Düşünce Tarlası

4 Kasım 2008 Salı

Etnik Terörün Vicdani Sömürüsüne Reddiye

3H Hareketi adlı sitede de yayınlanan "Türkiye'de Liberaller Neden Yok" adlı yazıma gelen çok sayıda eleştirinin çoğununson derece önyargılı ve vicdani sınırları hiçe sayması beni ayrı bir yazı yazmaya yöneltti. Bu eleştiriler bir cevap yazmak gereği duydum, işte o cevap:



Yazının sitede yer almasına şaştım, ama teşekkür ederim. Zira etnik siyaseti eleştirmek artık daha en baştan “faşizm”, “ırkçılık” diye yaftalanır oldu.

Etnik siyasetin dayanaklarının sosyolojik ve hukuki olarak anlamlı olup olmadığını cesaretle sorgulamadıkça, gerçekten de sosyolojik ve tarihi olarak değiştirilemeyecek millet ve milliyet duygularına toslayıp dururuz.

Milliyetçiliği sürekli telin edenler, etnik siyasetin ham ırkçılık üzerine kurulduğunu neden görmezden geliyor anlayabilmiş değilim? Siyasi Kürtçü’ler ve onların taraftarları ağızlarını her açtıklarında Kürt varlığının farklılığının mutlaklığını vurgulamak için sürekli ırk vurgusu yaparlar. Bunu eleştiren kimseye henüz rastlayamadım.

Bunun yanında yazıda ırkçı veya faşist bir vurgu yok. Milletin ne olduğuna dair realitelerden hareketle oluşturulmuş bir tanım var. Bu tanım, ırka ( genetiğe), dine veya dile atıfta bulunmadan, milletin tarih içinde kendiliğinden oluşmuş bir HETEROJEN yapı olduğunu söylüyor. Ben bu tanımı bütün yazılarımda tekrarladım.

Bu tanımın önemi, milletin oluşumunda, birbiriyle bir arada yaşamak iradesini göstermiş kavimlerin, Nozick’in tekelci adalet ve emniyet sağlayıcısının oluşumuna benzer şekilde bir “işletme” seçtikleri, meydana getirdikleri ve tarih içinde de ortak bir kültürel paydada buluştuklarını söylemesi idi…

Bu tanımda iki önemli husus var:

1- “Toplumsalın” oluşumunda bilhassa Hayek’in büyük bir ferasetle ortaya koyduğu “kendiliğindenlik” kavramını göz önünden ayırmaması
2- “Adalet ve hukuk sağlayıcısı” tekel oluşumunun talep edilmesiyle heterojen yapıda “uyumun” sağlanmasına adım atılması…

Bu tanımın önemi nedir? Bu tanım, tekrar etmekte sayısız faydalar gördüğüm şekilde, millet denen aşılamaz ( ırki ve kültürel heterojentite açısından) sosyal realitenin “doğal” bir olgu olduğunu, bunun kendi başına kötü olmadığını, millete mensubiyet duygusunun da özünde kötü olmadığını anlatmasıydı.

Bu yazılar niye tepki aldı?

Çünkü kendi başına düşünmek bizim memleketimizde henüz hayal edilemeyen bir şey. Dolayısıyla herhangi bir gruptan bağımsız düşünebilmek imkânsız sayılıyor. Gene de 3H ve LDT gibi istisna sayılabilecek topluluklar özünde barışa, adalete ve hürriyete aykırı olmayan her görüşe sıcak bakarak bir açıdan bireyselliği koruyor. Ama bu arzulandığı kadar yaygın değil ve sanırım önümüzdeki bin yılda da yaygınlaşamayacak…

Bir başka nedeni de düşünce sahiplerinin titrleri, ünvanlarının düşüncelerinden daha öne çıkması. Ünvanınız, titriniz yoksa bu memlekette “yok sayılıyorsunuz”. Dünyanın en büyük keşfini veya icadını da yapsanız en azından akademisyen , “yazar” vs değilseniz, beş para etmez bir vatandaş olarak değerlendiriliyorsunuz. Bu sitede fakiri eleştirenler de aynı seçkinciliği besliyorlar…

Öbür yandan Kürt kökenli yurttaşlarımızın temel haklarını hiç kullanamadığı gibi bir yalanı, devletin bir dönemki yanlış uygulamalarına dayanarak savunmanın vicdana sığmadığını tekrar tekrar belirtiyorum.

Yazı da ülkenin her yanında mülk edinip iş kuran, iş bulan, tahsil gören insanlarımızın bu durumunda hiçbir şekilde şikâyet edilmiyor. Dolayısıyla Türk Solu gibi ne idüğü belirsiz bir sitenin resminin benim yazımda kullanılmasını şahsen doğru bulmadım.

Etnik siyasetin terörü tehdit olarak kullandığı gerçeği, devletin arızi hatalarıyla mazur gösterilemez. Etnik siyasetin, ideolojisini silahla/ tehditle kabul ettirmeye çalışan ( bu, terörün tanımıdır) bir örgütü savunmasının bir devleti adalet ve hukuk sağlayıcı tekel olarak kabul etmek olan vatandaşlığın tanımıyla uyuşmadığını söylemek faşizm midir?

Bir ülkede devletin yanlışlarına karşı hak müdafaasının ancak hak ihlaliyle orantılı olması gerektiğini savunmak devletçilik midir? Bu gün ırkçı etnik terör örgütü, bir soykırımla karşı karşıya olan bir halkın savunucusu mudur? Eğer böyle bir durum varsa, meclisteki milletvekilleri nereden gelmektedir? Altınova’da otuz yıldır çalışan galerici , İstanbul’da yerleşmiş doktor, Ankara’da çalışan memur, kim tarafından tehdit edilmiştir?

Yazıyı eleştirenlerin objektif olmak gayretleri yok. Etnik siyaset, bugün kendi ırkçı zihnî diktasını, hümanist vicdanları ipotek altına alarak sürdürmektedir.

İfade hürriyeti silâhla talep ediliyorsa önce silahlı tehdit ortadan kaldırılmalıdır. Meşru bir talep gayrı meşru araçlarla ortaya konamaz. Eğer böyle bir aracın meşruluğu ısrarla iddia ediliyorsa bu talep sahibinin meşruluğunu da ortadan kaldırır.

Bulgaristan’da Türk’ler açık soykırıma uğramalarına rağmen demokratik mücadeleden vazgeçmediler ve Bulgar devletine karşı ayaklanmadılar. Türkiye’de Bulgaristan’da Türk’lere yapılanlara en ufak şekilde benzeyen bir hareket olmuş mudur?

Gayrımeşru bir araçla hak talep eden bir grubun, beraber yaşadığı diğer topluluklarca “güvenle” karşılanması mümkün müdür? Komşunuzun polise taş attığını, bebek katleden, ülkenize ve milletinize düşman olduğunu söyleyen bir adamı açıkça desteklediğini görseniz, “barış” söylemlerine ne kadar güvenebilirsiniz? Irkçı, etnik şiddeti “toplumsal” bir hareket olarak meşrulaştırmak isteyenler, bu hareketlere karşı toplumsal bir tepki oluşmasını neden garip karşılıyor, anlayamıyorum?

Etnik/ırkçı terör yandaşı bir gruba vatandaşlar pompalı tüfekle saldırmış ki bunu “normal” bir tepki saymak elbette mümkün değil. İyi de etnik/ırkçı terör yandaşlarının polisleri taşlamasının, araba yakmasının, dükkânları kapattırmasının, dükkânları tahrip etmelerinin eleştirisi neden yapılmaz?

Bu memleketin bir bölümünü bir etnik grubun malı saymak ne vatandaşlık bilinciyle ne kardeşlikle ne de hukukla bağdaşır. Ne yazık ki etnik/ırkçı terörün zihnî diktası aklımızı köreltmekte, vicdanlarımızı öldürmekte…




0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


 
http://images.google.com.tr/images?q=tbn:5_wY6NgTRp5imM:lvb.net/media/lvb2005/20050112-hayek.jpg