Düşünce Tarlası

15 Temmuz 2007 Pazar

Doğan Gürpınar’dan Liberteryenlere Hediye: Keçiboynuzu


Liberteryenizmle ilgili Hür Fikirler'de çıkan Doğan Gürpınar’ın yazısı ilginç ve fakat bir o kadar yanlış bir yazı.

Zira yazar, “liberal” adı altında savunulan fikirler arasındaki farka hiç değinmemiş. Sanırım başka bir liberal okul tanımamaktadır.

Liberteryenizmi eleştirirken anarko-liberalizmden hareket ettiğinin farkında değil. Daha başından bu tip fahiş bir hata yaptığından büyük ölçüde çıkarsamalara dayalı, bilgi yönünden fakir bir yazı ortaya koymuştur.

Aslında bu birey karşıtı bütün fikir gruplarının ortak metodu ve hatasıdır.

Zira değerlerden bahsederken, liberteryenizmin “değer tanımaz” olduğunu söylemekle bunun içini doldurmak ve anlamlandırmak gereğini görmemektedir. Ayrıca “ahlâkî” müdahalesizlik ilkesinin sebebini açıklamamaktadır.

Liberteryenizm “otorite tarafından dayatılan” değerlere karşıdır! Toplumda kendiliğinden oluşmuş, paylaşılan bir değerler takımına karşı değildir. Liberteryenizmi toptan değer tanımaz bir ideoloji olarak tanıtan yazar, Hayek’in eserlerinde toplumsal kurallardan bahsedildiğini ve bu toplumsal kuralların da “ insan davranışının sonucu olan fakat insan tasarımının sonucu olmayan” sınırlayıcılar olduğunu bilmemektedir. Dolayısıyla toplumda kendiliğinden oluşmuş değerlerle, ideolojik bir devletin empoze ettiği değerlerin hepsini “kolektif” oldukları savıyla aynı kefeye koymaktadır.

Ahlâkî müdahalesizlik ilkesini de vergiyle ilişkilendirerek gayet yanlış bir yola sapmakta ve ahlâkî- hukukî-siyasî ayrımlarını tamamen göz ardı etmektedir.

Liberteryenizm devletin - yani zor kullanma yetkisine temel hakları korumak kayıt ve şartıyla sahip olan tekelin- bu yetkisinin kimseye herhangi bir ahlâkî sistem dayatamayacağı şeklinde gayet net tanımlamışken , onu bir tür ahlâkî anarşizm gibi göstermek obskürantizmdir.

Sözgelimi vergi, anarkoliberaller için “ahlâkî” de bir hassasiyetken, liberteryenler tarafından “sınırlandırılmış devletin” veya minimal devletin kabul edilen fonksiyonlarının maliyetinin karşılanmasının yolu olarak görülmektedir. Yazarımızın, Nozick’in ve “minimal devlet” teriminin sadece adını duyduğu fakat “Anarşi Devlet ve Ütopya” gibi dev bir eseri okumadığı buradan anlaşılmaktadır.

“Yapılmaması gerekenler” listesinin dışındakilerin de tanımlanmasının ideolojik devlete ve toplum mühendisliğine yol açacağı gibi halihazırda Türkiye şartlarında yaşadığımız bir tecrübeyi göz ardı edebilen yazar, devlet ve bireyin konumlarını sürekli muallakta bırakmakta, ahlâkî tercihlerin kimin için hangi anlama geldiğini bir türlü açıklamamaktadır. Oysa devletin ahlâkî tercihleriyle, bireyin ahlâkî tercihleri aynı şeyler değildir. Bu tavır yazının genelini sakatlamakta ve anlamsızlaştırmaktadır. Birey için ahlâkî olanın yalnız o bireyi bağladığını ama devlet için ahlâkî olanın, onun zor kullanma yetkisiyle bütün bir toplumu etkileyeceğini nedense düşünmemektedir. Şu satırlar bu açıdan çok ilginçtir:

“Ne kadar az müdahale olursa o kadar makbul bir “liberalizm” (liberteryenizm) olacağı varsayımıyla kendi kendini aşırılaştıran bir psikolojiyle her türlü farklılık “(sol)sapma” olarak damgalanırken liberalizmi (liberteryenizmi) belirleyen en kritik değer “piyasa” olarak deklare edilince diğer tüm “değerler” ikincilleşmekle kalmıyor, “değer” teşkil etmez hale geliyor, “değersizleşyor”. Bir kez bir konu hakkında –olmaz fetvası verilmemişse o konuda söylenebilecek, normatif-Kantçı bir yargı anlamsız kalmaktadır. İşte o zaman ahlaki değil pragmatik tercihler mümkün ve hatta tercihe şayan oluvermektedir.”

Yazının ilk ve uzun cümlesi anlam ve mantık açısından çok sallantıdadır. Müdahalesizliğin kabul edilmesinin aşırılaştırılmış psikolojisinden bahsederek yazar, bir tür cemaat davranışından bahsetmektedir. Bunu nereden anlıyoruz? Her tür sapmanın sol olarak damgalanmasından…

Şimdi…

Birincisi liberteryen okulun sol hareketler veya radikal dinci gruplar gibi bir yekpare davranış göstermek gibi bir tutumu yoktur. İkincisi: Bunu yazan yazarın solun ideolojisini bilmemesi gerekir. Zira “sol” olarak tanımlanan yelpazede sosyal demokrasiden, Stalinizm’e kadar her türde, temel haklara müdahale vardır. Refah devletinin tanımının içinde müdahale olduğunu görmemiş bir yazarın burada müdahale rejimlerinin liberteryenlerce neden “sol” renkli sayılacağını bilmemesi de doğaldır. Piyasanın “en kritik değer” olarak saptanmasının diğer “değerleri” niçin “ikincilleştirdiği” ise cevapsız bırakılıyor. Burada tipik bir Marksist “hikmet” edebiyatı yapılıyor. “Diğer değerler” derken nelerin kastedildiği belli değildir. Piyasa , birbirleriyle fikirleriyle, inançlarıyla, renkleri, ırkları veya dilleriyle değil de “menfaatleriyle” ilişki kuran insanların bir buluşma yeri iken “kimin” hangi değerinin kutsanmaya lâyık olduğuna kim karar verecektir? “ Pragmatik tecihlerin” kime ait olduğu da belirtilmemiştir. Bireylerin pragmatik tercihlerinin bir uyuşmasından gayrı bir şey olmayan piyasa mı acaba insanların varlığına ve normlarına daha saygılıdır, yoksa Kantçı normları benimsemiş bir otorite mi?

Dolayısıyla liberteryenizmi piyasacılığa indirgerken de piyasayı bir tür devlet veya “mega-birey” olarak ele almak hatasına düşmektedir. Piyasanın ne olduğuna dair bir açıklama getirmeksizin, onu ahlâktan, değerlerden yoksun bir tür alternatif devlet gibi görmekte fakat bunu da liberteryenizm olarak sunmaktadır. Piyasanın, devlet dahil hiçbir gücün bütünüyle kavrayamayacağı, başta ahlâk olmak üzere hukukla da belirlenen bir davranışsal durum olduğunu, tamamen Marksist bir körlükle görememektedir.

Liberteryenizmin devleti reddettiği ve hele bundan dolayı “vatandaş” olmanın ahlâka aykırı olduğunu savunduğunu söylemesi, Nozick gibi bir yazar Türkçe’ye çevrilmişken belki amatör devrimci sol sitelerde ve Kemalist mahfillerde “hikmet” sayılabilir ama liberalizmi bütün okullarıyla tanıyan LDT gibi bir topluluğun sitesinde açıkça gülünç olmaktadır.

Yazı bilgi açısından kıt, çıkarsamalar açısından zengin bir yazı. Bilgi kıtlığı, liberal literatür 12 yıl evveline göre çok daha iyi bilinirken mazur görülebilecek bir eksiklik değil ama bundan da kötüsü bu kıtlığın üzerine bina edilen çıkarsamalar… Üstelik çıkarsamalarda görülen, tümdengelimden yoksunluk insanı bunaltacak kadar abartılmış.

Yazının sonunda evlere şenlik bir Türk liberali portresi var ki insan kendinden şüphe ediyor…

Yazının bu bölümü, Türkiye’ye liberteryen okulun literatürünü kazandıran insanları kökenleriyle ifşa ederek sözüm ona fikrî sakatlıklarına değinmekte ama burada da yazılarına müracaat edilmeksizin, onları, yazıya egemen olan o fantastik çıkarsama çabasıyla,olmadıkları bir hale sokmaktadır.

Yazarın yanlışlığı , Türk liberteryenizminin alsında solu bilmeksizin kemalizme karşı olduğu tezidir. Liberteryen kesimin Kemalizm muhalefetinin ardındaki felsefi dayanaklar sorgulanmadığından ve yazarın yazıya egemen olan bilgi kıtlığı da zaten buna imkân vermediğinden, yazar, kemalizmin kolektivist,planlamacı ve ideolojik devlet ilkelerinin genelinin liberteryenizmle bağdaşmadığı gerçeğini nedense telaffuz etmemektedir. Belki de bunu bilmemektedir bile?...

Doğan Gürpınar’ın yazısı liberteryenizmin kaynaklarına vakıf insanların bir araya geldiği LDT gibi bir topluluğun özgürlük anlayışına somut bir örnek olarak burada yer almakla beraber aslında amatör Marksistler veya onların “ulusallaşmış” cemaatleri olan kemalistler için iyi bir keçiboynuzu olarak çok daha fazla işe yarayabilir. ,

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


 
http://images.google.com.tr/images?q=tbn:5_wY6NgTRp5imM:lvb.net/media/lvb2005/20050112-hayek.jpg