Düşünce Tarlası

18 Ekim 2008 Cumartesi

Finansal Tsunamileri Kim Yaratır?




Devlet müdahalesini bir türlü gözünde canlandıramayanlar için çok somut bir örnek üzerinde kısaca kafa yormak belki işe yarayabilir?

Mesela Merkez Bankası Başkanı geçen günlerde faiz indireceklerinden bahsetti.

Bu beyanın anlamı yeterince kavranamadığı için sanırım, gözümüzün önünde duran müdahaleciliği de bir türlü fark edemiyoruz.

Merkez Bankası memlekette para basmaya yetkili tek kurumdur. Bu kurumun davranışları para arzını ilk elden ve büyük bir kudretle etkiler. En başta bu durumu müdrik olmamız icap eder. Demek ki Merkez Bankası Başkanı ağzını her açtığında, bu bize piyasaya girecek para miktarı açısından hayati bilgiler sunuyordur.

Buraya kadar anlaşılmadıysa tekrarlamakta fayda vardır, Merkez Bankası diğer bankalar arasında, “eşitler arasında birinci” değil, doğrudan hükümdar konumundadır! Varlığı, faaliyetleri rekabete açık değildir.

Bu kadar dokunulmaz ve neredeyse sınırsız yetkili bir kurumun başkanı “Faizleri indiriyoruz!” dediğinde bu, “eşitler arasında bir üyenin ferdi beyanı” değil, piyasadaki faiz oranları üzerinde doğrudan bir “emir” niteliğindedir. Bu, “Ben parayı bollaştıracağım, miktarını arttırıp, değerini düşüreceğim, elde edilmesini kolaylaştıracağım!” demektir.

Bu sözü herhangi bir banka genel müdürü etse, sermayesiyle sınırlı bir laf etmiş olacak ve piyasadaki rakiplerinin davranışlarını belki de çok değiştirmeyecektir. Çünkü eşitler arasında hiç kimse özentiyle hareket etmez. Bankacılık gibi dakik ve fevkalâde hassas emniyet ayarlarının olduğu bir sektörde hiç kimse duygusallıkla/ kıskançlıkla hareket edemez.

Oysa Merkez Bankası gibi bankaların birinci para tedarikçisi bir kurumun parayla ilgili davranışları bütün diğer “eşitleri” doğrudan etkiler. Hiçbir banka Merkez Bankası davranışlarına kayıtsız kalamaz. Bu açıdan bakıldığında belki büyük iktisadi krizlerin köşe başında neden Merkez Bankalarının oturduğu daha rahat anlaşılabilir.

Merkez Bankası Başkanı belki özel sektörden bazı kesimlerin talepleri doğrultusunda belki görünürdeki kredi sıkışıklıklarını aşabilmek için böyle bir teşebbüse geçebilir. Oysa kredi faizlerindeki yükselmenin anlamı mevcut para miktarının talebe karşılık gelmediği ve bu yüzden değerlendiğidir. Bankalar da elbette değerlenmiş bir malı, satın alma gücü en yerinde olan müşteriye, ederinin en üstünden satmaya çalışacaktır.

Bunun tersinin de olabileceğini düşünenler varsa, ABD’deki ipotekli satış kredilerinde yaşanan facia hiç de öyle olmayacağına dair belki en iyi örnek olabilir.

Piyasalarda meselâ faizlerin yükselmesinin muhtemel sebepleri üzerinde düşünmeksizin, olayı sadece görünüşe göre değerlendirmek, büyük iktisat yazarı Bastiat’ın ferasetinden hiç nasiplenmediğimizin bir delilidir.

Faizler yükseldiğinde piyasadaki parayı azaltacak kadar bir büyük bir sektörel talebin olup olmadığına bakılmalı. Buna nasıl bakılabilir? O an için mevcut verilmiş kredilerin daha çok hangi sektörlerce çekildiği belirlenebilir. Bu sektörlerde artan para miktarıyla üretimin artıp artmadığına bakmaksa biraz daha derin ve sabırlı bir bakışı gerektirir.

Para arzının çoğunu kendisine çeken sektörlerde, üretim miktarı artarken kredilerin geri ödenmesini de içeren bir maliyet muhasebesiyle, ürünlerde belli bir fiyata doğru yönelme meydana gelecektir. Bu noktada üreticinin şartların en azından makul bir süre sarsıcı şekilde değişmeyeceğine dair bir güven duygusu olmalı ki hesaplarını, fiyatlandırmayı, muhtemel talebe göre ayarlayabilsin.

Faiz burada, bir havuzun bazı deliklerini tıkayıp akışı belli deliklere yönlendiren tıpalar gibi çalışır.

Devlet faiz oranlarını düşürdüğünde, tıpaları, havuzdan beslenenlere sormaksızın açıverir. Bu durumda havuzdaki paraya ulaşmak yönünde toplumun çok geniş bir kesiminde talep meydana gelir.

Nispeten yüksek faizi ödemeye gönüllü ve buna gücü yeten üreticiler yerine, ödeme gücü sınırlı ve şüpheli olduğu halde para talebinde bulunan müşterilerin hücumuyla, havuz bir anda boşalır. Bu hem, krediyi verimli kullanma ihtimali kuvvetli üreticilerin para darlığına düşmesine hem de koaly elde edilen paranın değerinin düşmesine yol açar.

Merkez Bankası Başkanı belki para basmadığı için vicdanen rahattır ama emrettiği faiz indiriminin enflasyonla aynı sonucu verdiğini nedense fark edemez.

Düşük faizlerin yarattığı muazzam talep para arzının hızını geçtiğinde piyasalar kendiliğinden faiz arttırımına gidecektir. Nitekim bizdeki ipotekli ev satışlarında aynı davranış rahatlıkla gözlenebilir. Bu durumda Merkez Bankası, “vurguncu” bankaların dersini vermek ve halkın refahı için tekrar faiz indirimine gittiğinde birincisinden daha ciddi bir para darlığına yol açacaktır. Bu durumda da muhtemelen “Madem paramız az, basalım!” diyecektir. Para basımıyla artan para miktarı/ emisyon hacmi para bulamayan müşteriler için kısa vadeli, susuzluk giderici bir zehir etkisi yaratacaktır.

Paranın değeri gene düşecek, para üretimle meydana getirilmediği için piyasada “kalp” muamelesi görecek ve vatandaşın alım gücü kendiliğinden düşecektir.

Dikkat edilirse, para arzını dolaylı olarak arttıran iki müdahale bir “dalgalanma” yaratmıştır. Bunun olması kaçınılmazdır, çünkü kaynakların, malların artma ve azalmasının doğal sonuçlarına uyulmadığında yani fiyat artışları iyi okunmadığında sisteme yaptığınız her müdahale bir “büyüme” ve hemen ardından bir çöküş yaratacaktır. Çünkü para miktarındaki artışın teminatı olabilecek bir üretim bulunmayacaktır.

Bu yüzden piyasa düşmanlarının dört elle sarıldığı “kapitalizmin kriz dalgaları” fikrini kabul etmeden önce yıkıcı ölçüdeki bir finansal tsunamiyi yaratabilecek tek aktör olarak, devletin, ilgili krizdeki rolü ciddi şekilde gözlenmeli. Krizlerin önüne geçmek istiyorsak,devletin ekonomik müdahalelerinin kümülatif bir etkisi olduğunu daima akılda tutarak zamana bağlı bir gözlem ve kısıtlama düzeniyle, devletin “azdırıcı” etkisini, daha en başında engellemeliyiz.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home


 
http://images.google.com.tr/images?q=tbn:5_wY6NgTRp5imM:lvb.net/media/lvb2005/20050112-hayek.jpg